Neden Hep Aynı Tip İnsanlara Aşık Oluyoruz? Şema Çekimi

Neden Hep Aynı Tip İnsanlara Aşık Oluyoruz? Şema Çekimi

Şema Kimyası (Schema Chemistry), psikolojide kişilerin belli türde insanlara karşı yoğun, açıklanamaz bir çekim hissetmesi durumunu anlatan bir kavramdır. Bu çekimin kaynağı gerçek uyum değil, kişinin çocukluk döneminde oluşmuş duygusal yaraları (şemalar) ile ilgilidir.

Neden Sürekli Aynı Tip İnsanlara Aşık Oluyoruz?

Bu sorunun cevabı, beynimizin "duygusal tanıdıklık" arayışında yatıyor. Çocukluk dönemimizde kurduğumuz ilk ilişki dinamikleri -ailemizle olan bağlarımız- beynimize adeta bir "aşk yazılımı" yükler. Bu yazılım, bize hangi duygusal ortamların "güvenli" ve "evimize ait" hissettirdiğini belirler. Ne kadar sağlıksız olursa olsun, tanıdık olan, bilinçaltımız için "güvenli bölge"dir.

Bu durumu bir "duygusal GPS"e benzetebiliriz. GPS sizi her seferinde aynı rotaya yönlendirir, çünkü o yol en çok bilinen, en sık kullanılandır. İlişkilerimizde de bilinçaltımız, çocukken öğrendiği ve defalarca teyit ettiği bu duygusal rotalara sapar. Terk edilme korkusu yaşayan biri, tutarsız partnerleri; eleştirilmiş biri, mükemmeliyetçi ve yargılayıcı insanları "hedef" olarak seçer. Bu bir kader değil, nöral bir otoyolun otomatik tekrarıdır. Amacımız, bu otoyolu kapatıp daha sağlıklı patikalarda yürümeyi öğrenmektir.

İlk Anda Hissettiğimiz “Kimya” Aslında Bir Şema Tuzağı Olabilir Mi?

Evet, o ilk "kimya" dediğimiz elektrik çoğu zaman bir şema tuzağıdır. Gerçek uyum, sakin ve derinden ilerleyen bir nehre benzerken, şema kimyası aniden çakan bir şimşek gibidir; parlaktır, heyecan vericidir ama peşinden genellikle bir gök gürültüsü ve fırtına getirir.

Peki bunu nasıl ayırt edeceğiz? Şema kimyasının 3 belirgin işareti vardır:

  1. Acılı Bir Çekim: Bu çekim, içinizde bir huzursuzluk, bir tutku ve kaygı karışımı uyandırır. "Bu ilişki beni yoruyor ama onsuz olamam" hissiyatı tipiktir.

  2. Ani ve Yoğun Bir Bağlanma: Kişiyi çok kısa sürede, derinden ve mantığı bir kenara bırakarak seversiniz. Bu, geçmişte çözülmemiş bir duygusal ihtiyacın (onay, güven, sevgi) aniden tetiklenmesidir.

  3. Mantığın Devre Dışı Kalması: Çevrenizdeki herkesin "O sana göre değil" uyarılarını görmezden gelir, içinizdeki "Ama bu sefer farklı" sesine inanırsınız.

Kısacası, o ilk kimya, geçmişteki duygusal yaralarınızın "Tanıdım! Benim için buradasın!" diye bağırmasıdır. Gerçek sevgi ise daha yavaş yanar, ama çok daha uzun ve aydınlık ısıtır.

Şema Kimyası Bizi Neden Yanlış Kişilere Çeker?

Şema kimyası bizi yanlış kişilere çeker çünkü bilinçaltımız, "tanıdık acıyı" "yabancı huzura" tercih eder. Beynimiz, çözülmemiş eski meseleleri halletmek için sürekli aynı senaryoları sahnelemeye programlanmıştır. Bir şemamız (örneğin, "Duygusal Yoksunluk"), bize şunu fısıldar: "Bak, işte bu kişi senin için duygusal olarak ulaşılmaz, tıpkı çocukken hissettiğin gibi. Hadi, onu sev ve onay al, böylece o eski yaranı sonunda iyileştir."

Bu, bir labirentin içinde sürekli aynı çıkmaz sokağa girmek gibidir. Her girdiğinizde "Bu sefer çıkış burada!" diye düşünürsünüz, ama o sokak sizi hiçbir yere götürmez. Sadece orası en iyi bildiğiniz, en tanıdık sokaktır. Yanlış kişiler bize "doğru" hissettirir, çünkü onlar bize, iyileştirmeye çalıştığımız yaranın kaynağını hatırlatır. Bilinçaltının amacı, oyunu bu sefer kazanmaktır; ne yazık ki oyunun kendisi zaten kusurludur.

Aile Geçmişimiz İlişkideki Seçimlerimizi Nasıl Etkiliyor?

Ailemiz, "aşk" kavramına dair ilk ve en kalıcı blueprint'ımızı (şablonumuzu) çizer. İlişkilerde neyin "normal" olduğuna dair içsel bir pusula gibidir. Bu pusula, çocukken gözlemlediğimiz her şeyle ayarlanmıştır:

  • Ebeveynlerinizin İlişki Dinamiği: Babanızın annenize karşı mesafeli olduğu bir evde büyüdüyseniz, "sevgi" ve "mesafe" kavramları zihninizde bilinçaltı düzeyde bağdaştırılmış olabilir. Bu, sizi duygusal olarak ulaşılmaz partnerlere çekmenize neden olur.

  • Size Karşı Olan Tutumları: Eleştirel bir ebeveynle büyümek, sürekli sizi eleştiren ama bir yandan da onayını aradığınız partnerler seçmenize yol açabilir. Bu, "Yetersizlik" şemanızın bir partner bulup kendini tekrarlama şeklidir.

  • Bağlanma Stiliniz: Ebeveynlerinizin size karşı tutarlı, sevgi dolu ve güven veren davranışları "Güvenli Bağlanma"yı öğretir. Tutarsız, kaygı verici veya ilgisiz davranışları ise "Kaygılı" veya "Kaçıngan" bağlanma stillerine ve bu stilleri besleyen partner arayışına iter.

Kısacası, romantik partneriniz, farkında olmadan, ebeveyninizle olan bitmemiş işlerinizi tamamlamak için sahnede olan bir aktör olabilir.

Tanıdık Hissettirdi” Demek Aslında Ne Anlama Geliyor?

"Tanıdık hissettirdi" cümlesi, ilişki literatüründeki en sinsi ve yanıltıcı ifadelerden biridir. Buradaki "tanıdık", genellikle "rahat" veya "güvenli" anlamına gelmez. Daha çok, "bilinçaltımın bu duygusal senaryoyu biliyor olması" anlamına gelir.

Bu, duygusal bir "Evet, ben bu filmi biliyorum!" anıdır. Senaryo kötü bitecek olsa da, diyalogları, sahneleri, iniş ve çıkışları bildiğiniz için bir rahatlama hissi verir. Bilinmeyen, belirsiz bir huzurdansa, bildiğiniz, tanıdık bir dramayı seçmek, bilinçaltı için daha az tehditkardır. Bu yüzden, birine "tanıdık hissettin" dediğinizde, aslında "Sen, çocukken inşa ettiğim duygusal evimin mimarisine uyuyorsun" demiş olursunuz. Ve mimarın kim olduğunu hatırlamak, kendi seçimlerinizin kontrolünü ele almanın ilk adımıdır.

Çocukluk Yaraları Partner Seçimimizi Nasıl Şekillendiriyor?

Çocukluk yaraları, partner seçimimizde görünmez bir el gibi hareket eder. Bu yaralar, "sevilmeyi hak etmek için ne yapmam gerekiyor?" sorusuna verdiğimiz ilk cevaplarla şekillenir. Örneğin, duygusal olarak ulaşılamaz bir ebeveynle büyüyen çocuk, sevgiyi "kazanmanın" yolunun, mesafeli insanları yakınlaştırmaya çalışmak olduğunu öğrenir. Bu çocuk yetişkin olduğunda, ulaşılması zor, "soğuk" insanlar ona tanıdık geldiği ve bu ilişkide, çocuklukta başaramadığı "duygusal erişimi sağlama" mücadelesini tekrar deneyimleyebileceği için bilinçdışı olarak onlara yönelir.

Bir başka örnek, sürekli eleştirilerek büyümüş biridir. Bu kişi, "yetersizlik" duygusunu o kadar içselleştirmiştir ki, partnerinden gelecek bir övgüyü bile içtenlikle kabul edemez. Bilinçdışı, "Sen zaten yetersizsin, sevilmeyi hak etmiyorsun" inancını doğrulayan partnerler arar. Onun için, sürekli kendini ispatlaması gereken, eleştirel bir partner, bu içsel inancı beslediği için "doğru" hissettirir. Kısacası, çocukluk yaralarımız, bizi kendi olumsuz öz inançlarımızı doğrulayan insanlara çeker çünkü bu, dünyanın "tanıdık" ve dolayısıyla "öngörülebilir" olduğu anlamına gelir.


Aynı Döngüleri Yaşamak Kader Mi, Öğrenilmiş Bir Alışkanlık Mı?

Bu, kesinlikle bir kader değil, nörolojik düzeyde güçlendirilmiş derin bir öğrenilmiş alışkanlıktır. Beynimiz, en çok kullandığımız nöral yolları güçlendirerek enerji tasarrufu yapan bir organdır. Duygusal tepkilerimiz de bu yollardan geçer. Çocukluktan itibaren "terk edilme" korkusuyla yaşamış bir bireyin beyninde, "reddedilme tehdidi algılandı!" alarmı çok hassas ayarlanmıştır ve bu alarm, "kaç ya da savaş" tepkisini tetikler. Bu kişi, yetişkin ilişkilerinde en ufak bir mesafe belirtisinde yoğun kaygı ve yapışma davranışı sergiler. Bu davranış, partneri uzaklaştırabilir ve sonunda "terk edilme" korkusunu gerçekleştirerek döngüyü tamamlar.

Bu bir kader değildir çünkü beyin esnektir (nöroplastisite). Yeni, daha sağlıklı düşünce ve davranış kalıpları tekrarlandıkça, beyinde yeni nöral yollar inşa edilir. Başlangıçta bu yeni yollar, ormanda açılmamış bir patika gibi zorlayıcıdır. Ancak her kullanıldığında genişler ve en sonunda, eski, yıkıcı otoyolumuzdan daha kullanışlı hale gelir. Aynı döngüyü yaşamak, beynin en iyi bildiği, en otomatik yol haritasını kullanmasıdır. Yeni bir harita çizmek ise bilinçli çaba ve pratik gerektirir.


Birine Çekilmemizin Nedeni Gerçek Uyum Mu, Yoksa Şemalarımız Mı?

Bu iki gücü birbirinden ayırt etmek, sağlıklı ilişkiler inşa etmenin en kritik becerisidir. Şema çekimi ile gerçek uyum arasındaki fark, bir fırtına ile bir liman arasındaki fark gibidir.

Şema Çekimi (Travma Bağı):

  • Hissi: Ani, sarsıcı, acılı ve tüketici bir çekim. İçinizde bir "acı-zevk" karışımı uyanır.

  • Dinamik: Yüksek inişler ve çıkışlar, dram, belirsizlik ve sürekli bir "avlanma" hissi vardır.

  • Odak: "Bu ilişkide ben ne hissediyorum?" (Kaygı, kıskançlık, saplantı, değersizlik).

  • Sonuç: Kendinizi kanıtlamak, değiştirmek veya "kazanmak" için mücadele edersiniz. İlişki bittiğinde kendinizi bitkin ve değersiz hissedersiniz.

Gerçek Uyum (Sağlıklı Bağ):

  • Hissi: Yavaş yavaş gelişen, derin, sakin ve güven veren bir bağ. Size iyi geldiğini hissedersiniz.

  • Dinamik: İstikrar, karşılıklı saygı, net iletişim ve güven vardır. "Sakin bir sevgi" hakimdir.

  • Odak: "Bu ilişkide 'biz' nasıl hissediyoruz?" (Huzur, güven, karşılıklı büyüme, eğlence).

  • Sonuç: Olduğunuz gibi kabul edildiğinizi hissedersiniz. İlişki sizi besler ve güçlendirir.

Kısacası, şema çekimi sizi "canlı" hissettirebilir ama aslında sizi tüketir. Gerçek uyum ise başlangıçta daha sıradan hissedilebilir ama sizi besleyerek gerçek anlamda "yaşatır".


“İlk Görüşte Aşk” Aslında Geçmiş Travmaların Yankısı Olabilir Mi?

Evet, "ilk görüşte aşk" çoğu zaman geçmiş travmaların yankısıdır. Bu, bir yabancının yüzünde, çözülmemiş bir çocukluk hikayenizin anahtarını görmeniz gibidir. Bu an, mantığın ve tanımanın devreye gireceği zaman olmadığı için, bilinçdışı en güçlü projeksiyonlarını yapar.

Örneğin, "kurtarıcı" rolünü oynamaya alışmış biri, korunmaya ihtiyacı varmış gibi görünen birini gördüğünde, "İşte benim görevim!" diyen bir içsel tetik yaşayabilir. Ya da terk edilme korkusu olan biri, biraz mesafeli ve "gizemli" birine baktığında, bilinçdışı hemen "Dikkat! Bu kişi seni terk edebilir. Hemen bağlan ve onu yakında tut!" alarmını verir. Bu alarm o kadar güçlü ve acil bir çekim yaratır ki, buna "aşk" adını veririz.

Bu, gerçek kişiye değil, o kişinin sizin için taşıdığı sembolik anlama (kurtarılacak biri, ulaşılması gereken biri, onay verecek biri) duyulan ani bir bağlanmadır. Gerçek aşk, iki gerçek insanın birbirini zamanla, kusurları ve tüm özellikleriyle tanıyıp sevmesiyle oluşur. İlk görüşte aşk ise, genellikle bir yabancıya yansıttığımız kendi bitmemiş hikayemizdir.

Terk Edilme Şeması Bizi Neden Zor, Ulaşılmaz İnsanlara Iter?

Terk edilme şeması, kişiyi zor ve ulaşılmaz insanlara çeker çünkü bilinçaltının en büyük stratejisi, tanıdık acıyı, bilinmeyen huzura tercih etmektir. Bu şemaya sahip birisi, çocuklukta sevgi nesnesinin (ebeveynin) tutarsız, kayıtsız veya fiziken/duygusal olarak yok olduğu bir ortamda büyümüştür. Bu kişi için "sevgi", "ulaşılamayan bir şeyi elde etmek için verilen mücadele" ile eşanlamlı hale gelir.

Ulaşılması zor bir partner, bu eski ve bitmemiş hikayeyi tekrar sahneleme fırsatı sunar. Bilinçaltı şöyle düşünür: "Eğer bu soğuk, mesafeli, zor insanı benim için sıcak, ulaşılabilir ve sevgi dolu hale getirebilirsem, o zaman çocukken başaramadığım şeyi başarmış olurum. Bu sefer terk edilmeyeceğim." Bu, kişiyi sürekli bir "av" konumuna sokar. Partnerin her küçük sıcaklık gösterisi bir zafer, her mesafe koyuşu ise kaybetme korkusunu tetikler. Bu rollercoaster, yoğun bir bağlanma yaratır. Ne yazık ki, bu dinamik terk edilme korkusunu besler çünkü kişi, duygusal varlığını zaten istikrarsız bir temele bağlamıştır. Gerçekte çekilen, kişinin kendisi değil, o "kovalama" ve "kanıtlama" döngüsünün yarattığı yoğun duygusal ajitasyondur.


İlişkilerde “Evde Hissetmek” Her Zaman Sağlıklı Bir İşaret Mi?

Hayır, ilişkilerde "evde hissetmek" her zaman sağlıklı bir işaret değildir. Aslında bu, psikolojideki en sinsi yanılgılardan biridir. "Ev", çocukluğumuzda bize duygusal olarak tanıdık gelen ortamdır. Eğer çocukluğunuzdaki "ev"; öngörülemez, kaygı dolu, sevginin koşullu olduğu veya duygusal olarak soğuk bir yerse, bir partnerin yanında "evde hissediyorum" demeniz, aslında "Bu kişi, çocukken içinde yaşadığım o bildik duygusal kaos ortamını bana yeniden yaşatıyor" anlamına gelebilir.

Bu his, zehirli bir çiçeğin kokusuna benzer. Kokusu güzel ve tanıdık gelebilir, ancak sizi zehirler. Sağlıklı olan "ev" hissi, bir limanda olmanın verdiği güven, sakinlik ve huzur duygusudur. Patronik olan "ev" hissi ise, bir fırtınanın gözünde olmanın verdiği tanıdık kaos ve tedirginlik halidir. Gerçek bir "yuva" hissi, sizi olduğunuz gibi kabul eden, güvende hissettiren ve büyümeniz için alan açan bir ilişkiden doğar. Tanıdık gelen "ev" hissi ise, sizi küçük çocuk halinize hapseden ve eski yaralarınızı deşen bir dinamikte ortaya çıkar.

Acı Verici İlişkileri Bile Bırakmak Neden Bu Kadar Zor?

Acı verici ilişkileri bırakmanın zorluğu, bir "duygusal bağımlılık" durumudur ve bunun birkaç güçlü nedeni vardır:

  1. Travma Bağı: Sürekli istikrarsızlık, ödül ve ceza döngüsü yaşayan bir ilişki, beynimizin ödül merkezlerini tıpkı bir kumar bağımlılığında olduğu gibi ele geçirir. Partnerin nadir gösterdiği sıcaklık ve sevgi, bir "ödül" olarak algılanır. Bu belirsiz ödül beklentisi, kişiyi ilişkinin içinde tutar. "Ya bu sefer?" umudu, yaşanan tüm acıyı anlamsızlaştırır.

  2. Kimlik Kaybı Korkusu: Uzun süreli yıkıcı ilikilerde kişi, kendi kimliğini partnerine ve "ilişkiyi kurtarma" mücadelesine o kadar bağlamış olabilir ki, ilişki bittiğinde "Ben kimim?" sorusuyla baş başa kalır. Bu boşluk ve kimliksizlik korkusu, bilinen acıdan daha korkutucu gelir.

  3. Şemaların Onaylanması: İlişki bittiğinde, terk edilme şeması "Görüyor musun? Değersizsin ve herkes seni terk eder" diye haykırır. Eleştiri şeması, "Zaten yetersizdin, bu ilişkiyi de mahvettin" mesajını verir. İlişkiyi sürdürmek, bu dayanılmaz suçluluk ve değersizlik duygularıyla yüzleşmemek için bir kaçış yoludur.

  4. Yapışma (Protesto Davranışı): Terk edilme tehdidi altında, kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler yoğun bir yapışma davranışı sergiler. Bu, fiziksel olarak partneri kaybetme korkusundan çok, duygusal olarak yok olma, parçalanma korkusundan kaynaklanır. Partner, duygusal düzenleyicisi haline gelmiştir ve onsuz nasıl ayakta kalacağını bilememektedir.

Neden Sürekli Aynı Hatayı Yapıyoruz?

Sürekli aynı "hatayı" yapıyoruz çünkü aslında yaptığımız şey, bir hatanın farkında olmadan tekrarı değil, bir içsel şablonun (şemanın) sadık bir şekilde uygulanmasıdır. Bu, işe her gün aynı yoldan gitmek gibidir. Yolun size zaman kaybettirdiğini bilirsiniz, ama o yol en çok bilinen, en otomatik seçenektir.

Beynimiz, enerji tasarrufu yapmak için alışkanlıklara güvenir. Duygusal ve ilişkisel kalıplarımız da derin birer alışkanlıktır. "Hata" dediğimiz şey, aslında çocuklukta hayatta kalmamızı sağlamış (örneğin, "eleştirilen çocuk" rolü, ebeveynin öfkesinden korunmak için bir strateji olabilir) ancak yetişkinlikte işlevsiz hale gelmiş bir davranış örüntüsüdür. Bu döngüyü kıramamamızın nedeni, genellikle şemanın kökenindeki inancı sorgulamamamızdan kaynaklanır. "Ben sevilmeyi hak etmiyorum" inancıyla yaşayan biri, bilinçdışı olarak bu inancı doğrulayan partnerler seçer. "Hata" partner seçimi değil, partner seçimine yol açan o temel, olumsuz öz inançtır.

Partner Seçiminde Bilinçaltımız Bizi Nasıl Yönlendiriyor?

Partner seçiminde bilinçaltımız, geçmişten gelen verilere dayanan, saniyenin kesirleri içinde çalışan bir "duygusal eşleme motoru" gibi çalışır. Yönlendirme mekanizmaları şunlardır:

  1. Kimyasal Tepkiler: Bilinçaltımız, belirli bir davranış kalıbı (tutarsızlık, mesafe, eleştiri vb.) sergileyen birini algıladığında, bu tanıdık uyaran, vücudumuzda adrenalin, kortizol ve dopamin karışımı bir kimyasal tepki başlatır. Bu "kimyasal kokteyl", o yoğun "çekim" ve "tutku" hissinin kaynağıdır. Mantığımız "Kaç!" derken, bedenimiz ve duygularımız "Bu tanıdık, bu evim!" diye bağırır.

  2. Projeksiyon: Bilinçaltımız, kendi içimizde çözemediğimiz, bastırdığımız veya onaylamadığımız yönlerimizi (örneğin, öfke, kırılganlık, güç) potansiyel partnere yansıtır. Onlarda bu özellikleri "hissederiz". Bu, bizi ya kendimize tamamen zıt (projeksiyonlarımızı dengeleyen) ya da bastırdığımız yönlerimizi temsil eden (bize kendimizi hatırlatan) insanlara çeker.

  3. Bitmemiş İşleri Tamamlama Dürtüsü: Bilinçaltının en büyük arzularından biri, geçmişteki tamamlanmamış duygusal durumları (özellikle ebeveynlerle olanları) tamamlamak ve böylece iyileşmektir. Bu nedenle, bizi çeken insanlar, genellikle bize ebeveynimizin olumlu ya da olumsuz özelliklerini hatırlatan kişilerdir. Amaç, bu sefer oyunu "kazanmaktır".

Kısacası, bilinçaltımız partner seçerken mantık, uyumluluk veya uzun vadeli mutluluk gibi kriterleri değil; tanıdıklık, tekrarlama ve iyileşme (ancak çoğu zaman başarısız olan bir iyileşme) dürtüsünü kılavuz alır. Gerçek özgürlük, bu bilinçaltı programını fark edip, seçimlerimizin dizginlerini bilinçli zihnimize geri almaktan geçer.

Çözmeye Çalıştığımız Duygusal Eksiklikleri Partnerde Mi Arıyoruz?

Kesinlikle evet. Romantik ilişkiler, bilinçdışı düzeyde en büyük "telafi projemiz" haline gelebilir. Çocukken ebeveynlerimizden alamadığımız onayı, güveni, koşulsuz sevgiyi veya değer görme hissini, bir partnerin bize vermesini bekleriz. Bu, bir binanın temelindeki çatlağı, dış cepheye güzel bir poster yapıştırarak tamir etmeye çalışmaya benzer. Poster bir süre için çatlağı gizler, ancak binanın yapısal sorunu devam eder.

Örneğin, bir "değersizlik" şeması olan kişi, partnerinin sürekli onayı ve iltifatları ile kendi içsel boşluğunu doldurmaya çalışır. Ancak bu dışsal onay asla yeterli gelmez, çünkü kişi kendi içinde bu inancı taşımaya devam etmektedir. Partner, bir "duygual tamirci" rolüne bürünür. Bu dinamik, partner üzerinde büyük bir baskı yaratır ve ilişkiyi sağlıksız bir bağımlılığa dönüştürür. Gerçek iyileşme, partnerden gelen onayla değil, kişinin kendi içsel değer duygusunu inşa etmesiyle mümkündür.

Rahatlatan Mı Yoksa Heyecanlandıran Mı? Hangisi Şema, Hangisi Uyum?

Bu soru, şema kimyasını sağlıklı uyumdan ayırmanın en pratik yollarından biridir.

  • Heyecanlandıran (Şema Çekimi): Burada hissettiğiniz "heyecan", aslında bir kaygı ve belirsizlik karışımıdır. İlişki bir rollercoaster gibidir; yüksek iniş ve çıkışlar, dram, tutku kavgaları ve barışmalar vardır. Partneriniz öngörülemezdir. Bu "heyecan", aslında sürekli tetikte olma halinizden, "acaba ne olacak?" kaygısından kaynaklanır. Bu, bir şema tuzağıdır çünkü tanıdık duygusal kaosu temsil eder.

  • Rahatlatan (Gerçek Uyum): Buradaki his ise bir huzur, güven ve sakin bir neşe halidir. Partnerinizin yanındayken kendinizi "dimgîn" hissedersiniz. İlişki bir liman gibidir; dışarıdaki fırtınalardan sığındığınız, öngörülebilir ve güvenli bir yerdir. Bu his başlangıçta "sıradan" veya "az heyecanlı" gelebilir, çünkü bilinçaltınız o tanıdık dramdan yoksundur. Ancak bu, gerçek ve sürdürülebilir bir bağın işaretidir.

Kısacası, şema sizi "canlı" hissettirir ama tüketir; gerçek uyum ise sizi besler ve gerçekten yaşatır.

“Onu Değiştirebilirim” Düşüncesi Bir Şema Göstergesi Mi?

Evet, "Onu değiştirebilirim" veya "Onu kurtarabilirim" düşüncesi, en klasik şema göstergelerinden biridir. Bu düşünce, iki farklı şemanın güçlü bir ittifakıdır:

  1. Kurtarıcı Şeması: Kişi, kendini başkalarının sorunlarını çözerek değerli hisseder. Bu, çocukken ebeveyninin duygusal ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalmış bireylerde sık görülür.

  2. Yetersizlik Şeması: "Onu değiştirebilirsem, o zaman yeterli ve değerli bir insan olduğumu kanıtlamış olurum" inancıyla hareket eder.

Bu düşünce, partneri olduğu gibi kabul etmemek anlamına gelir. İlişkinin temeli, gerçek bir bağdan ziyade, kişinin kendi içsel yetersizlik duygusunu yenme ve kurtarıcı rolüyle değer kazanma projesidir. Bu proje neredeyse her zaman başarısız olur, çünkü hiç kimse bir başkasının onarım projesi olmayı kabul etmek istemez. Bu durum, hayal kırıklığı, öfke ve tükenmişlikle sonuçlanır.

Kendimize İyi Gelen Kişiyi Neden İtiyoruz?

Güvenli ve bize iyi gelen kişileri itmemizin ardında, derin bir "değersizlik" ve "aşinalık" çatışması yatar.

  1. Değersizlik İnancı: "Yetersizlik" şemasına sahip biri, bilinçdışında "Eğer bu mükemmel, iyi kalpli kişi beni seviyorsa, demek ki beni tanımıyor. Beni gerçekten tanıdığında, beni terk edecek" inancına sahiptir. Bu kişinin sevgisini kabul etmek, kendi karanlık yönleriyle yüzleşmek anlamına gelir. İlişkiyi sabote ederek, "Bak, zaten terk edileceğimi biliyordum" diyerek şemasını doğrular ve tanıdık acıya geri döner.

  2. Duygusal Açlığın Tatminsizliği: Güvenli bir partner, bize yoğun dalgalanmalar, dram ve "kovalama" hissi yaşatmaz. Bu sakinlik, şemalarımızın beslenmediği anlamına gelir. Bilinçaltımız bu dinginliği "sıkıcı" veya "yanlış" olarak yorumlayabilir. Tanıdık olan duygusal fırtınayı özler ve bunu sağlayamayan partneri, "yeterince iyi" değilmiş gibi görerek iter.

Bu bir savunma mekanizmasıdır. Bilinçdışı, potansiyel bir terk edilmeyi önlemek için, ilişkiyi kendisi bitirerek kontrolü elinde tuttuğu yanılsamasını yaşar.

Çekildiğimiz Kişilerin Ortak Özellikleri Ne?

Çekildiğimiz kişilerin ortak özellikleri, bizim temel şemalarımızın bir aynasıdır. Bu ortak özellikler genellikle şunlardır:

  • Tutarsızlık: Bir gün sıcak ve ilgili, ertesi gün soğuk ve mesafeli olmaları. Bu, terk edilme şemasını sürekli tetikler ve bir "bağımlılık" döngüsü yaratır.

  • Eleştirellik veya Yüksek Standartlar: Kişiyi sürekli daha iyi olmaya zorlayan, mükemmeliyetçi tavırlar. Bu, yetersizlik şemasını besler.

  • Duygusal Ulaşılmazlık: Derin duygusal bağ kurmaktan kaçınan, mesafeli, "gizemli" insanlar. Bu, duygusal yoksunluk şemasını harekete geçirir.

  • İstismar Eğilimi (Duygusal/Fiziksel): Kuşkuculuk/istismar şeması olan biri, sadakatsiz veya sınırları ihlal eden partnerlere çekilebilir, çünkü bu durum onun dünyaya dair "kimseye güvenilmez" inancını doğrular.

  • "Kurtarılmayı Bekleyen" Havası: Kendi sorunlarını çözmekten aciz, bağımlı bir izlenim veren kişiler. Bu, kurtarıcı şemasını tetikler.

Bu özellikler, bize çocukluğumuzdaki duygusal ortamı hatırlatan, şemalarımızı "evde" hissettiren özelliklerdir.

Neden Duygusal Mesafe Bizi Daha Çok Cezbeder?

Duygusal mesafe bizi cezbeder çünkü bu mesafe, tanıdık bir mücadeleyi ve "fetih" hissini beraberinde getirir. Çocukken duygusal olarak ulaşılamaz bir ebeveyni deneyimlemişsek, sevgiyi "kazanmanın" yolunun, mesafeli insanları yakınlaştırmak olduğunu öğrenmişizdir.

Ulaşılabilir bir partnerde bu mücadele, bu "oyun" yoktur. Oyun olmayınca, bilinçaltımız için bir "ödül" de yoktur. Duygusal mesafe, bir bulmaca gibidir; beynimiz bulmacayı çözmek, gizemi aydınlatmak ister. Bu süreçte salgılanan dopamin (ödül hormonu), bize kendimizi iyi hissettirir. Ancak bu, sağlıklı bir sevginin göstergesi değil, bir "başarma" ve "kanıtlama" dürtüsünün tetiklenmesidir. Cazibe, kişinin kendisinden değil, onun temsil ettiği "çözülmemiş çocukluk denklemi"nden kaynaklanır.


İlişkideki Seçimlerimiz Aslında Kime Benziyor? Çocukluğumuzdaki Kim?

İlişkideki seçimlerimiz, genellikle bize çocukluğumuzda en fazla duygusal karmaşa yaşatan, en "güçlü" hisleri uyandıran ebeveyne (veya bakım verene) benzer. Bu her zaman sevdiğimiz ebeveyn değildir; çoğu zaman onunla ilişkimizde "bitmemiş işleri" olan ebeveyndir.

  • Eleştirel bir babanız varsa, sürekli sizi eleştiren partnerlere çekilirsiniz.

  • Duygusal olarak size mesafeli bir anneniz varsa, soğuk ve ulaşılmaz insanlar size "tanıdık" gelir.

  • İstikrarsız, kaygılı bir ebeveyniniz varsa, dram yaratan, dengesiz partnerler sizi cezbedebilir.

Amaç, bu sefer o ebeveyn figürünü "kazanmak", onun sevgisini ve onayını almak veya onu "değiştirmek"tir. Partner, bilinçdışında bir "oyuncu"dur ve sahne, çocukluk evinizin bir replikasıdır.

Gerçek Aşk Mı, Şema Tekrarı Mı? Bunu Nasıl Ayırt Ederiz?

Bu kritik ayrımı yapmak için kendinize şu soruları sorun:

Şema Tekrarı İse:

  • İlişkiden Sonra Kendini Nasıl Hissediyorsun? Tükenmiş, endişeli, kafası karışmış ve değersiz hissediyorsan.

  • İlişkinin Temel Duygusu Nedir? Yoğun bir tutku ve acı karışımı, bir korku ve bağımlılık hissi.

  • Partnerini Olduğu Gibi Kabul Edebiliyor Musun? Hayır, onun için bir "onarım projesi" planların var.

  • Saygı ve Güven Var Mı? İlişki güven ve saygıdan ziyade, kıskançlık, suçlama ve şüphe üzerine kurulu.

Gerçek Aşk İse:

  • İlişkiden Sonra Kendini Nasıl Hissediyorsun? Huzurlu, enerjik, güvende ve "daha iyi bir versiyonun" gibi hissediyorsan.

  • İlişkinin Temel Duygusu Nedir? Sakin bir sevgi, derin bir güven ve karşılıklı saygı.

  • Partnerini Olduğu Gibi Kabul Edebiliyor Musun? Evet, onu değiştirmek gibi bir dürtün yok.

  • Saygı ve Güven Var Mı? İlişkinin temelini güven, açık iletişim ve karşılıklı saygı oluşturur.

Özetle: Şema tekrarı sizi küçültür, gerçek aşk sizi büyütür.

Şema Kimyasından Çıkıp Daha Sağlıklı Seçimlere Nasıl Geçilir?

Bu bir yolculuktur ve adım adım ilerler:

  1. Farkındalık ve Kabul: İlk adım, desenlerinizin farkına varmak ve bunların bir "kader" değil, "öğrenilmiş bir program" olduğunu kabul etmektir. Geçmiş ilişkilerini ve çocukluğunu bir terapist gibi analiz et.

  2. Duygusal Tetikleyicilerini Yeniden Adlandır: O "büyülü çekim" hissi geldiğinde, "Bu heyecan değil, kaygı. Bu tanıdık geliyor çünkü bu bir şema" de. Bu, beyninde yeni bir nöral yol oluşturmanın ilk adımıdır.

  3. Bilinçli Yavaşlama ve Seçim: İlişkilere atılmak için kendine zaman tanı. "İlk görüşte aşk" yerine, "zamanla güven" prensibini benimse. Flört sürecini, partnerin karakterini, tutarlılığını ve sana hissettirdiği huzuru gözlemlemek için bir fırsat olarak gör.

  4. Kendini Sevme ve Onarma Çalışması: Partnerde aradığın onay, güven ve sevgiyi kendine vermeyi öğren. Bu, öz-şefkat pratikleri, kendi ihtiyaçlarını önceliklendirme ve kendiyle kaliteli zaman geçirme ile olur. Terapi, bu süreçte en güçlü araçtır.

  5. Güvenli İnsanlarla Pratik Yap: Başlangıçta romantik olmasa bile, güvenli, saygılı ve sınırlarına saygı duyan insanlarla arkadaşlık etmek, beynine bu dinamiklerin "güvenli" olduğunu öğretir.

  6. Yeni Bir "Sevgi Tanımı" Yaz: Sevginin; çile, endişe ve mücadele demek olmadığını kendine hatırlat. Sevgi; karşılıklı saygı, güven, istikrar ve huzur demektir. Bu yeni tanımı içselleştir.

Bu yolculuk, dışarıda "doğru" insanı aramak değil, içeride "doğru" olanı, yani kendi sağlıklı benliğinizi inşa etmekle ilgilidir. Kendini onardığında, artık seni hasta eden kimyaları değil, seni besleyen bağları çekecek güce sahip olursun.

 
 
 
 
 

Bazen bir şeyleri sormak bile rahatlatır.

Anonim olarak bize yaz, psikologlarımız ücretsiz cevaplasın.

Uzmana Sorun
18.12.2025

Bu Yazıyı Paylaş: